ALDATILAN EŞ ÜÇÜNCÜ KİŞİDEN TAZMİNAT İSTEYEBİLİR Mİ?

23 HAZİRAN 2020

Av. Tugay Umut KARAKUŞ

Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı manevi tazminat talebinde bulunulup bulunulamayacağı hukukumuzda uzun yıllar boyunca tartışma konusu olmuştur. Manevi tazminat, kişilik hakları saldırıya uğrayan bir kişinin isteyebileceği bir tazminat türüdür. Öğretide ve içtihatlarda farklı görüşlerin bulunması üzerine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu 06.07.2018 tarih 2017/5 e. Ve 2018/7 k. Sayılı kararıyla içtihatlar arasındaki görüş ayrılığını gidermiştir. Anılan kararda aldatılan eşin üçüncü kişiden tazminat isteyemeyeceği şu gerekçelerle belirtilmiştir: “…eşlerden biri yalnızca diğer eşten sadakat yükümlülüğüne uygun davranmasını talep edebilir. Üçüncü kişinin sadakat yükümlülüğünün bulunmaması nedeniyle, evli eşle birlikte olan üçüncü kişinin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırı niteliğinde olduğu söylenemez… Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir.”

ibrahim KurtkesenALDATILAN EŞ ÜÇÜNCÜ KİŞİDEN TAZMİNAT İSTEYEBİLİR Mİ?
Devam Et

ABONELİK SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN PARA ALACAKLARINA İLİŞKİN TAKİP NASIL YÜRÜTÜLÜR?

16.06.2020

Av. Deniz ZENGİN

7155 sayılı Kanun, abonelik sözleşmelerinden ve bu sözleşmelerin ifası amacıyla tüketiciye sunulup bedeli faturaya yansıtılan mal veya hizmetten kaynaklanan para alacaklarına ilişkin haciz yoluyla ilamsız icra takiplerinin, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) bünyesinde oluşturulan Merkezî Takip Sistemi (MTS) üzerinden başlatılmasına ve haciz aşamasına kadar yürütülmesine ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir .7155 sayılı Kanun kapsamında sadece icra takipleri yer almaktadır. İflâs takipleri bu Kanun kapsamı dışında tutulmuştur. İflâsa tâbi bir borçlu hakkında, abonelik sözleşmesinden kaynaklansa dahi para alacağı nedeniyle merkezi takip sistemi marifetiyle iflâs takibi yapılamaz. Para alacağının kaynağı ise 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da veya diğer ilgili mevzuatta düzenlenen bir abonelik sözleşmesinin ifası maksadıyla tüketiciye sunulan mal veya hizmetin faturaya yansıtılan bedeli olmalıdır

“Abonelik sözleşmesi, tüketicinin, belirli bir mal veya hizmeti sürekli veya düzenli aralıklarla edinmesini sağlayan sözleşmelerdir”.Bu anlamda tüketicinin elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetleri kullanmasını konu alan sözleşmeler birer abonelik sözleşmesidir. Kanun koyucu Merkezi Takip Sistemi vasıtasıyla takip yapabilecek alacaklı yönünden de sınırlama yapmıştır. Abonelik sözleşmesinden kaynaklanan para alacağı nedeniyle, sözleşmenin mal ve hizmet sunan tarafı bu takip yoluna başvurabilir. Buna karşılık tüketici, abonelik sözleşmesinden kaynaklansa dahi, mal ve hizmet sunan tarafa karşı bu yolla takip başlatamaz; tüketici genel takip usûllerine göre takip yapmalıdır. Kanun, takibin haciz aşamasına kadar yürütülmesine ilişkin usûl ve esasları düzenlemektedir. Merkezi Takip Sistemi’ne göre başlatılan icra takibinin kesinleşmesi üzerine, takibin sonraki aşamalarında İcra İflâs Kanunu hükümleri uygulanır. Nitekim takip talebine, haciz ve sonraki işlemler için yetkili olan icra dairesinin yazılması gereklidir. 7155 sayılı Kanun çerçevesinde icra takibi yapılabilmesi, alacaklının kendisini avukat marifetiyle temsil ettirmesine bağlıdır .Merkezi Takip Sistemi’ne göre icra takibi yapılabilmesi için, alacaklı avukatı tarafından sistemde yer alan takip talebi doldurulur. Alacaklının veya avukatının, Merkezi Takip Sistemi ile ilişkilendirmiş hesap numarasını takip talebine yazması zorunludur, bu şekilde borçlunun icra dairesine gitmeden, sistem üzerinden hesaplanan güncel borç miktarını, bu hesap numarasına ödemek suretiyle borcundan kurtulması olanağı tanınmıştır. Takip talebinin sisteme kaydedilmesinden sonra sistem tarafından ödeme emri düzenlenir. Merkezi Takip Numarası alan ödeme emri ile tebliğ mazbatalı kapalı zarfa ilişkin bilgiler,sistem üzerinden ilgili PTT birimine iletilir. Ödeme emrini sistem üzerinden alan PTT birimi, ödeme emrini ve tebliğ mazbatalı kapalı zarfın çıktısını alır ve Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca borçluya tebliğ eder.Bu kanun kapsamındaki takiplerde Merkezi Takip Sistemi harcı alınır; ayrıca icraya başvurma harcı ile tahsil harcı alınmaz Ödeme emrine itiraz süresi, ödeme emrinin borçluya tebliğinden itibaren yedi gündür.İtirazlar herhangi bir icra dairesi aracılığıyla veya güvenli elektronik imza kullanılarak MTS üzerinden de yapılabilir. Borçlu ödeme emrine itiraz süresi içinde borcu ödemek suretiyle takibi sona erdirebilir. Ödeme emrine süresi içinde itiraz edilmez yahut itiraz edilmekle  birlikte  itiraz alacaklının başvurusu ile hükümden düşürülürse takip kesinleşmiş olur. Alacaklı kesinleşen takip üzerine haciz talebinde bulunabilir. Takibin aktif kalabilmesi için ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren iki yıl içinde haciz talep edilmelidir.

ibrahim KurtkesenABONELİK SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN PARA ALACAKLARINA İLİŞKİN TAKİP NASIL YÜRÜTÜLÜR?
Devam Et

ESTETİK AMAÇLI TIBBİ MÜDAHALELERDE HEKİMİN HUKUKİ SORUMLULUĞU

08.06.2020

Av. Deniz ZENGİN

Estetik ameliyatlar, tedavi amaçlı gerçekleştirilen operasyonlardan taraflar arasındaki hukuki ilişki açısından bazı farklılıklar göstermektedir. Tedavi amaçlı tıbbi müdahale vekalet sözleşmesinin konusunu oluştururken, güzellik amaçlı gerçekleştirilen estetik müdahale eser sözleşmesi olarak nitelendirilmektedir.

Güzellik amacıyla gerçekleştirilen estetik cerrahiyi diğer tıbbi uzmanlık dallarından ayıran en önemli özelliği estetik operasyonun bir eser sözleşmesi olmasından dolayı hekimin sonuç taahhüdünde bulunmasıdır. Diğer tıbbi müdahale çeşitlerinde hekimin özen yükümlülüğüne uygun davranması beklenirken estetik operasyonda taahhüt edilen sonuç hekim tarafından meydana getirilmek durumundadır.

Nitekim Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, 2018/5523 E., 2019/801 K., 26.02.2019 kararında “…estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan amaca uygun güzel bir görünüm sağlanmasının taraflar arasındaki eser sözleşmesinin konusu olduğu açıktır” şeklinde belirtilmiş olup hekim tarafından taahhüt edilen sonuç sağlanamazsa bir “ayıplı ifa” söz konusu olacaktır. Yargıtay’ın da benimsediği yaygın görüşe göre hasta ile cerrah arasındaki sözleşme “Eser Sözleşmesi” olarak değerlendirilmiş ve ayıba karşı tekeffül hükümlerine başvurulabileceği belirtilmiştir.

Güzellik amacıyla gerçekleştirilen estetik cerrahide hekimin hukuki sorumluluğunun bazı şartları bulunmaktadır. Hekim ile hasta arasındaki ilişkiden, cerrahın hukuki sorumluluğunun söz konusu olması için, hekimin sözleşmeye aykırı kusurlu bir davranışının bulunması, bunun sonucunda hastanın bir zarara uğraması ve davranış ile zarar arasında illiyet bağının mevcut olması şartlarının bulunması gerekmektedir.

Hekimin sözleşmeye aykırı kusurlu hareketi, kasıt veya ihmal şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Örnek vermek gerekirse gerekli hijyen koşulları sağlanmaksızın operasyonun gerçekleştirilmesi ve bu nedenle hastanın zarara uğraması durumunda hekimin ihmalinin varlığından söz edilebilecektir. Hekimin ihmalinin ağır veya hafif olması hukuki sorumluluğun doğması yönünden herhangi bir farklılık yaratmasa da ihmalin hafif ya da ağır olmasına göre bir tazminat tutarına hükmedilecektir.

Güzellik amacıyla gerçekleştirilen estetik operasyon neticesinde meydana gelen olumsuz durumda hekiminin özen borcuna aykırı eylemi, hatalı uygulaması, yanlış metot seçimi, aydınlatma yükümlülüğüne aykırı davranması, taahhüt edilen neticenin meydana getirilememesi gibi durumlar söz konusu ise illiyet bağının da mevcut olması halinde ortaya çıkan maddi ve manevi zararın tazmininin talep edilmesi mümkündür. Burada güzellik amacıyla gerçekleştirilen estetik operasyonun eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesi hususunda  hekimin sonuç garantisi vererek operasyonu gerçekleştirmiş olması önem taşımaktadır.

Özel hastanede veya özel muayenehanede gerçekleştirilen bir operasyon nedeniye zarar meydana gelmiş ise buna ilişkin tazminat davasının adli yargıda açılması gerekirken
kamu hastaneleri bünyesinde meydana gelen hizmet kusuru nedeniyle oluşan zararlara ilişkin açılacak tam yargı davaları, idare mahkemelerinde görülecektir.

ibrahim KurtkesenESTETİK AMAÇLI TIBBİ MÜDAHALELERDE HEKİMİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
Devam Et

TRAFİK KAZALARINDA YETERSİZ ÖDEMELERİN İPTALİ

4 HAZİRAN 2020

Av. Tugay Umut KARAKUŞ

Karayolları Trafik Kanunu’nun 111. Maddesine göre; tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. 2 yıllık süre hak düşürücü süredir. Bu durumda zarar gören, kendisine ödenen tazminatın gerçek zararını karşılamadığını düşünüyorsa açacağı bir dava ile yetersiz ödemenin iptali ve bakiye zararın ödenmesini talep edebilmektedir. Uygulamada sigorta şirketleri çoğunlukla zararı kendi aktüerlerine hesaplattıkları için düşük bir tazminat bedeli çıkmaktadır. Bu aktüerler Yargıtayın yerleşik hesaplama yöntemini kullanmadıkları için zarar görenin gerçek zararından daha aşağıda bir bedel ortaya çıkmaktadır. Sürücünün sigorta şirketi ile yapmış olduğu ibranameler bu talep hakkını ortadan kaldırmaz. Nitekim Yargıtay 17. Hukuk dairesi de 2019 / 4106 E. Ve 2019/ 12487 K. Sayılı ilamında bu durumu şöyle ifade etmiştir.. “anılan düzenlemeye göre, bu kanun’da öngörülen hukuki sorumluluğu kaldıran veya daraltan anlaşmalar geçersizdir. Tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir.” Ancak hesaplama sonucundaki karşılaştırmada yapılan ödemenin yeterli görülmesi durumunda açılan dava reddedilebilmektedir.

ibrahim KurtkesenTRAFİK KAZALARINDA YETERSİZ ÖDEMELERİN İPTALİ
Devam Et

Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 10.06.2019 T. E: 23974, K: 9339 Sayılı Kararı Uyarınca; Konkordato Yargılaması Ve Tasdiki Sürecinde Karşılıksız Çıkan Çekler Nedeniyle Tüzel Kişilerin Yetkili Temsilcilerinin Cezai Sorumluluğu

01.06.2020

Av. Melis DULKADİR

 

7101 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi öncesi veya sonrasında; adi (mahkeme içi) konkordato (tasdiki) yargılamasını yapacak olan mahkemeye başvuran borçlu tüzel kişilerin yetkili temsilcilerinin, henüz konkordato talebi ile mahkemeye başvurmadan keşide ettikleri veya geçici mühlet kararı öncesinde keşide ederek alacaklıya teslim ettikleri, gerek ticari defter ve kayıtlarında gerekse konkordato projesinde yer alacak olan ileri tarihli (postdate) çeklerin, geçici mühlet kararı ile başlayıp konkordatonun tasdiki veya reddi ile sonuçlanan konkordato (tasdiki) yargılaması süreci içinde, bankaya ibrazında karşılıksız çıkması halinde, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 5/1. maddesi kapsamında cezai sorumluluklarının devam edip etmeyeceğinin tespiti açısından;

Açılan ceza davasına bakmakla görevli ve yetkili icra ceza mahkemelerince; devam eden konkordato (tasdiki) yargılaması süreci, 5271 sayılı CMK’nin 218/1. maddesi gereği “bekletici sorun” yapılmak suretiyle, konkordato (tasdiki) yargılamasını yapan hukuk mahkemesince verilecek kararın sonucuna göre;

a-) Şayet çek hesabı sahibi tüzel kişi hakkında konkordatonun tasdikine karar verilirse;

Bu süreçte yukarıda ana hatlarıyla yazılı olan borçlunun iyiniyetinin kesinleşmesi, alacaklıların tamamıyla anlaşma hükümlerine göre alacaklarını mahkemeye bildirmiş olmaları, bu alacak kalemleri arasında ileri tarihli çekin de yer alacak olması, borçlunun konkordato projesinin alacaklıların çoğunluğu ve mahkemece kabul görmesi, konkordatonun tasdikinin mühlet öncesinde keşide edilen çekin alacaklıları dahil tüm alacaklıları bağlaması ve konkordatonun kolektif bir tasfiye şekli olması gibi ilke ve sonuçlar karşısında;

Konkordato tasdiki kararında, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 5. maddesinde unsurları yazılı suça konu çekin ödeme tarihi ve karşılıksız kalan bedelin, çek alacaklısını da bağlayacak şekilde yeniden belirlenecek olması, dolayısıyla açılan ceza davasında yargılanan kişilerin hukuki durumlarının kesinleşecek konkordato hükümlerine değerlendirilmesi gerekeceği,

Konkordatonun tasdiki kararıyla birlikte kesinleşen konkordato anlaşmasına göre hüküm ve sonuçları yeniden belirlenen suça konu çekin, ibraz tarihinden sonra suçun konusunu oluşturan zorunlu unsurları sahip bir çek olmaktan çıkması, dolayısıyla tüzel kişi yetkilisi olan sanıkların cezai sorumluluğundan söz edilemeyecektir.

b-) Şayet çek hesabı tüzel kişi hakkında konkordatonun herhangi bir nedenle reddine karar verilirse;

Bu sefer bekletici sorun kararının kaldırılmasıyla ceza yargılamasına devam edilerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 297. maddesine göre, konkordato komiseri atanmasıyla birlikte tüzel kişinin yetkili temsilcilerinin şirketi yönetim ve temsil yetkisinin kendiliğinden ortadan kalkmayacağı, bununla beraber mahkemenin hangi işlerin şirket yöneticileri tarafından hangi işlerin komiser tarafından yapılacağına dair karar verme yetkisinin bulunduğu gözetilerek,

b-1-) Konkordato (tasdiki) yargılamasını yapan mahkemece, konkordatonun reddi kararma kadarki süreçte, şayet çek hesabını yönetimi, bu hesaba para aktarma, çek hesabı üzerinde tasarruf etme gibi yetkilerin şirket yönetim organından alınıp komisere verilmesi yönünde bir karar verilmişse ve bankaya ibraz edilen çek, komiserin yetkili olduğu dönemde karşılıksız çıkmışsa; bu durumda şirket yetkilisi gerçek kişilerin 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 5. maddesi gereği cezai sorumluluklarının devam etmeyecektir.

b-2-) Konkordato (tasdiki) yargılamasını yapan mahkemece, konkordatonun reddi kararma kadarki süreçte, şayet çek hesabını yönetimi, bu hesaba para aktarma, çek hesabı üzerinde tasarruf etme gibi yetkilerin şirket yönetim organından alınıp komisere verilmesi yönünde açık bir karar verilmemişse; bu konudaki tüm yetkiler şirket yöneticilerinde olacağından, söz konusu kişilerin bu süreçte bankaya ibraz edilen ve karşılıksız çıkan çekten dolayı 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 5. maddesi gereği cezai sorumluluklarının devam edecektir.

ibrahim KurtkesenYargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 10.06.2019 T. E: 23974, K: 9339 Sayılı Kararı Uyarınca; Konkordato Yargılaması Ve Tasdiki Sürecinde Karşılıksız Çıkan Çekler Nedeniyle Tüzel Kişilerin Yetkili Temsilcilerinin Cezai Sorumluluğu
Devam Et

İBRANAMENİN GEÇERLİLİĞİ

29.05.2020

Av. Deniz ZENGİN

İş hukuku bağlamında ‘ibraname’ işçinin işten ayrılırken ücret, fazla çalışma, yıllık ücretli izin alacağı, ihbar ve kıdem tazminatı vb. alacaklarını aldığına, başka alacağının kalmadığına ilişkin imzalayarak işverene verdiği belgeyi ifade etmektedir. İbranamenin geçerli olabilmesi için bazı şartların mevcut olması gerekmektedir.

İbranamenin geçerlilik koşulları Türk Borçlar Kanunu 420. Maddesinde düzenlenmiştir.

MADDE 420- Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.

İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.

Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.

İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 28/01/2015 Tarih Ve 15414/758 sayılı kararında “işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibariyle sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri ve ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu halde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.”  Şeklinde belirtilmiştir.

Yani ibraname söz konusu şartları taşımadığı takdirde geçersiz olacağı gibi iş ilişkisi sürerken düzenlenen ibra sözleşmesi de geçersiz olacaktır. Bu gibi durumlarda şayet işçilik alacakları eksik ödenerek bir ibraname düzenlenmişse eksik ödenen işçilik alacaklarının talep edilmesi mümkündür.

Ayrıca Yargıtay yerleşik içtihatlarında, işçinin imzaladığı ibranamede bazı haklar açısından ihtirazı kayıt koyması halinde ihtirazı kayıt koyduğu alacaklar açısından ibranamenin geçerli olmayacağına yer verilmiştir.  Yani işçi, ibranameyi imzalarken ihtirazı kayıt koyduğu hususları daha sonra dava konusu yapabilecek ve talepte bulunabilecektir.

ibrahim KurtkesenİBRANAMENİN GEÇERLİLİĞİ
Devam Et

MİRAS HUKUKUNDA TENKİS(İNDİRİM) DAVALARI

27.05.2020

Av. Tugay Umut KARAKUŞ

Tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (bağış) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu bir dava türüdür. Davalılar tenkise tabi kazandırmadan yarar sağlayan mirasçılar veya üçüncü kişiler olabilir. TMK’nın 565. maddesinde tenkise tabi olan işlemler düzenlenmiştir. Tenkis davası miras bırakanın ölümü halinde açılabilmektedir. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümüyle bilinmesiyle mümkündür. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2016/14918 E. ve 2020/621 K sayılı kararında da tenkis davalarında uygulanacak yöntemi şu şekilde açıklamıştır: “Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya TMK’nın 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken TMK’nın 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir.”

Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse, en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlararası kazandırmalardan yapılır. Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlararası kazandırmalar en son sırada tenkis edilir. Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer. Tenkis iddiası, def’i yoluyla her zaman ileri sürülebilir. Tenkis davalarında görevli mahkemeler Asliye Hukuk Mahkemeleridir.

ibrahim KurtkesenMİRAS HUKUKUNDA TENKİS(İNDİRİM) DAVALARI
Devam Et

İDARENİN SORUMLULUĞU VE TAM YARGI DAVASI

21.05.2020

Av. Deniz ZENGİN

İdarenin herhangi bir işlemi, eylemi veya ihmali nedeniyle zarara uğrayan kişinin maddi ve manevi zararının tazmini amacıyla açtığı idari dava türü “tam yargı davası”dır.  Tam yargı davası, idarenin işlem ve eylemleriyle kişilerin mallarına veya parasal değerlerine verdiği zararların giderilmesi işlevine sahip olup bu dava ile talepte bulunulabilmesi için kişinin bir hakkının ihlal edilmiş olması gerekmektedir.

Tam yargı davalarında idarenin hukuki sorumluluk nedenlerini temel olarak ikiye ayırmak mümkündür. İdarenin özel hukuk ilkeleri kapsamında gerçekleştirdiği sözleşme ve fiillerden kaynaklı sorumluluğu doğabileceği gibi idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmeler ile her türlü işlem ve eyleminden dolayı sorumluluğu doğabilecektir.

Tam yargı davasında öncelikle dava konusu zararın gerçekleşmesinde idarenin hizmet kusuru olup olmadığı yani kusurlu sorumluluğu bulunup bulunmadığı araştırmalıdır. Hizmet kusuru, idarenin işleyişinde veya gerçekleştirmiş olduğu kamu hizmetinde eksiklik, ihmal veya gecikme yaşanması olarak tanımlanabilmektedir. Şayet idarenin zararın gerçekleşmesinde hizmet kusuru olmadığı tespit edilirse kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu tutulup tutulmayacağı hususuna ilişkin olarak detaylı bir irdeleme gerçekleştirilmelidir. Kusursuz sorumluluk ise meydana gelen zarar ile idarenin eylem veya işlemi arasındaki illiyet bağının ispatlanmasının yeterli görüldüğü bir sorumluluk hali olarak karşımıza çıkmaktadır.  Kusursuz sorumluluk hallerinde idarenin kusurlu olup olmadığı irdelenmemekte, illiyet bağının varlığı yeterli görülmektedir. Kusursuz sorumluluk, idarenin daha çok tehlikeli veya risk içeren faaliyetleri için genel kabul görmektedir.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2013/13975 Esas – 2016/3486 Karar sayılı kararında yolda bulunan logar kapağı nedeniyle meydana gelen trafik kazasında idarenin sorumluluğu irdelenmiş ve  “davalı idarenin sorumluluğunda bulunan yağmur veya atık sularının toplanması ile ilgili yapıların yol ile bağlantısını sağlayan logar kapaklarının bakım, onarım ve gözetim sorumluluğu davalı idareye ait olduğu; buna göre ise kazaya neden olan logar kapağının pimlerinin trafik güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde sıkıştırılmaması karşısında kapakların bakım ve onarımını yapmayan idarenin kamu hizmetini eksik yapması nedeniyle hizmet kusuru işlediği açık olduğundan davacının maddi tazminat isteminin davalı idarenin adli yargı yerinde tespit edilen kusuru oranında tazmin edilmesi gerekirken, davacının tamir masraflarına ilişkin fatura ve harcama belgelerinin onaylı birer örneğinin mahkemeye ibraz etmediğinden bahisle verilen aksi yöndeki mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.” Şeklinde belirtilmiştir. Emsal kararlarda da görüleceği üzere idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı irdelenmiş ve kusurun tespiti durumunda meydana gelen zararı tazminle sorumlu olduğu yönünde hüküm kurulmuştur.

Tam yargı davası ile idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk halleri dolayısıyla hukuki olarak sorumlu bulunduğu hallerde meydana gelen zararın tazmininin talep edilmesi mümkündür.

ibrahim KurtkesenİDARENİN SORUMLULUĞU VE TAM YARGI DAVASI
Devam Et

TAŞINMAZ TİCARETİ YETKİ BELGESİ

18.05.2020

Av. Deniz ZENGİN

14/1/2015 tarihli ve 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine dayanılarak hazırlanan Taşınmaz Ticareti Hakkında Yönetmelik ile taşınmaz ticaretine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.

Tapu kütüğüne kayıtlı olan veya olmayan taşınmaz alım satımı ve kiralanması ile tapu işlemlerine aracılık eden, taşınmazla ilgili danışmanlık ve yönetim hizmeti veren gerçek veya tüzel kişi tacirler ile esnaf ve sanatkârların mesleki faaliyetleri, işletmelere yetki belgesinin verilmesi, yenilenmesi, askıya alınması ve iptaline ilişkin usul ve esaslar, taşınmaz ticaretiyle iştigal eden işletmelerde aranan şartlar ve bu işletmelerin faaliyetlerine ilişkin yükümlülükler söz konusu Yönetmelik ile düzenlenmiştir.

Söz konusu düzenlemeler doğrultusunda 31/08/2020 tarihinden itibaren sahibinden.com gibi internet sitelerinde taşınmaz ticareti yetki belgesine sahip olmadan satılık veya kiralık taşınmaz ilanı verilerek taşınmaz ticareti faaliyeti gerçekleştirilmesi yasak hale gelecektir.

Taşınmaz Ticareti Hakkındaki Yönetmelik’te mevcut düzenlemeye göre gerçek veya tüzel kişilerin taşınmaz ticareti ile uğraşabilmeleri için yetki belgesine sahip olmaları zorunludur. Yani yetki belgesine sahip olmayan kişilerin internet üzerinden satılık veya kiralık ev ilanı vermeleri yasaklanacak, bu şekilde ilan veren ve yetki belgesi olmaksızın taşınmaz ticaretine ilişkin faaliyetlerde bulunan kişiler hakkında para cezaları uygulanacaktır.

Ancak gerçek ve tüzel kişilerin kendi adına tescilli taşınmazları satarken veya kiralarken yetki belgesi alma zorunluluğu bulunmamaktadır. Kişiler, kendilerine ait taşınmazlara ilişkin olarak satılık veya kiralık ilanları verebileceklerdir.

ibrahim KurtkesenTAŞINMAZ TİCARETİ YETKİ BELGESİ
Devam Et

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ:” KİRACININ ANAHTAR TESLİMİNİ YAZILI DELİL İLE KANITLAYAMAMASI DURUMUNDA KİRALANIN BAŞKA BİR ŞAHSA KİRALANDIĞI TARİHE KADAR OLAN SÜREÇTE KİRA BEDELİNDEN SORUMLULUĞU DEVAM EDER.”

14.05.2020

Melis DULKADİR

 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin  15.05.2019  tarihli ve  2017/8435 E., 2019/4558 K. sayılı kararında;

‘’Taraflar arasındaki menfi tespit davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.

Davacı; davalı ile davaya konu daireye ilişkin 01.04.2014 başlangıç tarihli aylık 475 TL bedelli kira sözleşmesi yaptıklarını, sözleşmenin 27 Martta imzalandığını ancak aradan henüz 24 saat bile geçmeden sözleşmeyi feshettiğini davalıya bildirdiğini, 28 mart günü anahtarı, davalının oğlu dava dışı E.’a teslim ettiğini, buna rağmen davalının feshe yanaşmayarak İ… 1. İcra Müdürlüğü’nün 2014/2185 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlattığını, takibe itiraz etmiş ise de icra hukuk mahkemesince itirazının kaldırıldığını ve kira sözleşmesinin 1 yıllık tutarı olan 5.700,00 TL’yi ödemeye mecbur edildiğini ileri sürerek, İ… 1. İcra Müdürlüğü’nün 2014/2185 E. sayılı dosyası nedeniyle borcunun bulunmadığının tespiti ile alacağın %20’sinden az olmamak üzere icra tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı; taraflar arasında 27.03.2014 tarihinde imzalanan kira sözleşmesi olduğunu, sözleşmenin imzalanmasından kısa bir süre sonra kiracının kiralamaktan vazgeçtiğini sözlü olarak bildirdiğini, kira süresinin 27.03.2015 tarihinde dolacak olması, kira ilişkisinin devam etmesi ve davacının kira bedelini ödememesi nedeni ile İ… 1. İcra Müdürlüğü’nün 2014/2185 E. sayılı dosyası ile takip başlattığını, sözleşmeye göre kira başlangıç tarihinin 01.04.2014 olup, sözleşmenin 20. maddesine göre kira bedelinin sözleşme tarihinden itibaren 5 gün içinde ödeneceğinin kararlaştırıldığını, buna göre ilk ayın kira bedelinin 01.04.2014 tarihinde ödenmesi gerektiğini, takip tarihinin 11.04.2014 olduğu, kira bedelinin muaccel hale geldiğini, ayrıca davacı tarafın anahtarı teslim ettiğini yazılı belge ile ispat etmesi gerektiğini, davacının sözleşmeden tek taraflı dönülebileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece; davaya konu kira sözleşmesinin 01/04/2014 tarihinde düzenlendiği, kiracı tarafından kira sözleşmesinin tek taraflı olarak feshedildiği, davalı tarafın 11/04/2014 tarihinde davacı tarafa karşı icra takibine geçtiği, kira sözleşmesinin 19. maddesinde bulunan, davalı tarafın bildirmiş olduğu “bir kira ödenmediği takdirde gelecek kiralar muacceliyetkesbeder, gelecek kiraların tahsiline gidilir” şeklindeki düzenlemenin Türk Borçlar Kanunun 346. Maddesine göre geçersiz olduğu, davalı tarafın kira sözleşmesinden 10 gün sonra İcra takibine geçtiği, taşınmazın bilirkişi raporu doğrultusunda 15. Gün içerisinde kiraya verilebileceği birlikte değerlendirildiğinde davacının dava konusu taşınmazda 1 aylık kira borcunun olduğu kanaatine varılarak davacı tarafından İ… 1. İcra Müdürlüğü’nün 2014/2185 E. sayılı takip dosyasında, davacı tarafından dosyada tahsil edilen 7.583,67 TL’den 1 aylık kira bedeli olan 475,00 TL düşüldükten sonra kalan 7.108,67 TL borçlu olmadığının tespiti ile 7.108,67-TL alacağın %20 si oranında kötü niyet tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm; davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Kural olarak; kiralananın tahliye edildiğinin (kiracının kiralananı iade borcunu yerine getirdiğinin) kabul edilebilmesi için, kiralananın fiilen boşaltılması yeterli değildir. Anahtarın da kiraya verene teslim edilmesi gerekir. Kiracı yasal tahliye ve anahtar teslimi gerçekleşinceye dek kira parasını ödemekle yükümlüdür. Kiralananın anahtarının usulüne uygun şekilde kiraya verene teslim edildiğini yazılı delillerle kanıtlama yükümlülüğü davacı/kiracıya aittir. Anahtar teslim edilmediği sürece kiralananın kiracının kullanımında olduğunun kabulü gerekir.

Somut olayda; davacı/kiracı anahtar teslimini yazılı delille kanıtlayamamıştır. Ancak dosya kapsamından dava konusu kiralananın 01.10.2014 tarihinde dava dışı bir şahsa yeniden kiraya verildiği anlaşılmaktadır. Buna göre bu tarih (01.10.2014); kiralananın, kiraya veren davalının hakimiyetine geçtiği tahliye tarihi olarak kabul edilmeli ve davacının bu tarihe kadar olan kira bedelinden sorumluluğunun devam ettiği kabul edilmelidir.

O halde mahkemece; yukarıdaki açıklamalar dikkate alınarak yapılacak yargılama neticesinde varılacak sonuç doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yukarıdaki gerekçe ile karar verilmiş olması doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir. ‘’

Sonuç olarak;  söz konusu karar uyarınca kiracının anahtar teslimini yazılı delille kanıtlayamaması durumunda, dava konusu kiralananın bir başka şahsa yeniden kiraya verildiği tarihin tahliye tarihi olarak kabulü  gerekmekte olup kiracının bu tarihe kadar olan kira bedelinden sorumluluğu devam etmektedir.  Yargıtay 3. Hukuk Dairesi  15.05.2019  tarihli  2017/8435 E.,  2019/ 4558 K. sayılı kararı uyarınca; kiralananın tahliye edildiğinin (kiracının kiralananı iade borcunu yerine getirdiğinin) kabul edilebilmesi için, kiralananın fiilen boşaltılması yeterli değildir. Anahtarın da kiraya verene teslim edilmesi gerekir. Kiracı yasal tahliye ve anahtar teslimi gerçekleşinceye dek kira parasını ödemekle yükümlüdür. Kiralananın anahtarının usulüne uygun şekilde kiraya verene teslim edildiğini yazılı  delillerle kanıtlama yükümlülüğü davacı/kiracıya aittir. Anahtar teslim edilmediği sürece kiralananın kiracının kullanımında olduğunun kabulü gerekir.

Somut olayda; davacı/kiracı anahtar teslimini yazılı delille kanıtlayamamıştır. Ancak dosya kapsamından dava konusu kiralananın 01.10.2014 tarihinde dava dışı bir şahsa yeniden kiraya verildiği anlaşılmaktadır. Buna göre bu tarih (01.10.2014); kiralananın, kiraya veren davalının hakimiyetine geçtiği tahliye tarihi olarak kabul edilmeli ve davacının bu tarihe kadar olan kira bedelinden sorumluluğunun devam ettiği kabul edilmelidir.

ibrahim KurtkesenYARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ:” KİRACININ ANAHTAR TESLİMİNİ YAZILI DELİL İLE KANITLAYAMAMASI DURUMUNDA KİRALANIN BAŞKA BİR ŞAHSA KİRALANDIĞI TARİHE KADAR OLAN SÜREÇTE KİRA BEDELİNDEN SORUMLULUĞU DEVAM EDER.”
Devam Et